5 Ocak 2009 Pazartesi

Kafada var bir, elde var on yüz milyon baloncuk

Zor zanaatmış gerçekten bu. Oblomov'u okuduğumda Ivan Goncharov'un 30 günde bir kitabı bitirmiş olması garip gelmemişti bana. Kendi kendime söylediğim şey 30 gün değil 1 günde bile kitap yazılabilirdi.

Başlayana kadar hep böyle geliyormuş. Aklınızda bir fikir, bir öykü vardır. Öykünün ana hatlarının üzerinden senelerdir geçmişsinizdir ama bunu yazıya aktarana kadar o öyküyü anlatmış sayılmazsınız.
İlk zorluk öykünün işleyişini belirlemekte ortaya çıkıyor. İnsanın beyninde kurguladığı şeyle, kağıda yazı aracılığı ile aktarılan şey aynı düzlemde gitmiyor. Bu kafada kurgulanan şeyin aslen tam kurgulanmadığı veya kurgulanmaya devam edildiği manasına geliyor.
Ben öncelikle parça parça öyküleri yazmaya başlamıştım. Seneler evvel gözümde canlanan ilk sahne, sonraki dönemlerde kitabın sonuna denk gelmişt. Yine de aklıma ilk geleni yazmakla başladım kitaba. Yazdıkça yazdım. İlk gün yanlış hatırlamıyorsam on sayfa kadar yazdım. Son sahneden başlamıştım ama araya başka şeyler girmişti yazarken. O an aklıma gelenler, senelerdir ara ara düşündüğüm şeyler ve diğerleri.
Sakin bir kafayla baktığımda o on sayfanın yalnızca bir sayfasının son kısım olduğunu gördüm. Bu iyiye mi işaretti yoksa kötüye mi? En baştan bunu pek anlayamadım açıkçası. Yazmaya devam ettikçe dizginlerin elimden kaçışını fark edemeyecek kadar kör olmuştum. Gitmemem gereken yerlere daldığımı ise sonraki on sayfa ile anladım. Öykünün gitmesi gereken yoldan sapıyordum. Allah'tan erken fark etmiştim bunu.
O an oturup bunun öykümü daha evvelden hiç kimseye anlatmamış olmamamın bir sonucu olup olmadığını düşündüm. Verdiğim karar böyle olduğu yönündeydi. Herhangi birisine anlatılamıyor ki böyle şeyler de. Anlatırken dinleyecek, karışık yapıdaki ham maddeyi hayal gücüyle işleyebilecek kişiler gerekiyor böyle durumlarda. Öyle birisini tanıyor olmaktan ötürü şanslıydım. Anlattığımda iyi bir izlenim bırakmıştım. Ayrıca anlatırken kafamda kurgularken saçma gelmeyen birçok şeyin dile getirildiğinde ne kadar saçma ve çapraşık olduğunu da görmüştüm.

Anlatırken seçtiğim yolun en iyi olup olmadığı konusunda biraz kafa yordum. Birkaç ufak değişiklikle bir sıralama oluşturmuştum. Kafamdaki kısmı bitirdiğimde fazla vakit kaybetmeden yazıyı kafamdakine uygun sıraya dizdim. Bu sayede sonunu baştan görmemiş oluyordum. Tekrar yazmaya başladığımda ellerim nereye gideceğini gayet iyi biliyordu. Gittikleri yerlerde kaybolmuyor, kaybolduklarında ekmek kırıntılarına umut bağlamıyorlardı.
Birkaç ay sonra ilk taslak neredeyse bitmişti. Ana hatları toplamda kırk beş sayfa tutuyordu. Baştan başlayarak, maymun iştahlılık yapmadan öyküyü devam ettirdiğimde şu an bulunduğum yere geldim. Şu ana kadar çıkarttığım iş nasıl bilmiyorum. Hepsini okumuş birisi yok. Muhtemelen bitene kadar da olmayacak.

Bu aşamaları neden buraya yazmaya başladığımı bilmiyorum ama neden şunu yazarken biliyorum ki ileride bu yazdıklarıma çok güleceğim.

Amatör bir yazar olarak, ilk yapıtımda fazla yan yollara girmediğimi umut etmekten başka yapabileceğim bir şey yok...